Rahmi Mert Özcan ‘Bir Dünya Müzik’ dergisindeki Ekim ayı yazısında ruhunu filme adamış şarkıları, anlattı! Unutulmazlık büyüsüne tutulmuş 10 efsane film ve o filmin şarkılarıyla kutuda hep beraber yaklaşık 50 yıllık bir zaman yolculuğuna çıkarıyor…
RUHUNU FİLME ADAMIŞ ŞARKILAR BÖLÜM 1
Her zaman söylerim olmazsa olmaz şarkılar diye. Hatta sadece ben değil siz de söylüyorsunuz. Evet! Herkesin hayatını içine koyduğu şarkıları var besleyip büyüttüğü, onu dinleyebilmek için eve gidiş yolunu uzak yoldan böldüğü, aracıyla hızını yavaşlatıp şarkının sonunu düşündüğü, uyumadan önce hayallere dalmak için tüm gün dinlemeyip gece kendine büründürdüğü şarkıları var hepimizin. İyi ki de varlar! Ya olmasalar. İşin özü hepimiz kendimizi karıştırıyoruz şarkılarla, içine girip kendimizi yerine koyuyoruz… Sanki bir filmin içinde başrol oluyoruz ve söyleyemediklerimizi veya unuttuklarımızı haykırıveriyoruz. Evet! Yaşlar da akıtıyoruz… Bazen sevinçten çoğunlukla hüzünden… Kendimizi adayıveriyoruz adeta şarkılara, en içimizden hissediyoruz hepsini. Bir bakıyoruz şarkılar da karşılık veriyor bize ve daha da içine çekiyor. Biz şarkılara şarkılar bize bir ruh oluyoruz. Yazdığımız ve yazılmış en iyi senaryo ile iki taraf daha da adıyor kendini bu işe ve işte bir anda o unutulmazlık büyüsü ortaya çıkıveriyor. Unutulmaz oluyor hem film hem de şarkılar. Kendimizi de hemen yanı başında buluveriyoruz. Bu ay ki yazımda unutulmazlık büyüsüne tutulmuş 10 efsane film ve o filmin şarkılarıyla kutuda hep beraber yaklaşık 50 yıllık bir zaman yolculuğuna çıkıyoruz.
1 – HELP (1965)
– Yönetmen: Richard Lester
İşte karşınızda bir Beatles filmi “Help”. Doğulu bir tarikat kutsal yüzüğün kayıp olduğunu fark eder. Yüzük The Beatles’ın davulcusu Ringo’dadır. Kurban edilecek bir kız tarafından hediye olarak gönderilmiştir. Clang, Ahme, Bhuta ve birkaç tarikat üyesi yüzüğü geri almak için Londra’ya giderler. Yüzüğü çalma girişimleri başarısız olunca, Ringo ile bir Hint restoranında karşılaşırlar. Ringo yüzüğü geri vermezse, bir sonraki kurbanın kendisi olacağını öğrenir. Ama yüzük parmağına sıkışmıştır. Zamana karşı yarışmaktadır. John, Paul ve George Clang ve diğerleri tarafından kovalanırken arkadaşlarını korumaya çalışmaktadır. Ama peşlerinde iki çılgın bilim adamı ve Scotland Yard’ın baş komiseri de vardır. Ringo kurtulacak mıdır? Yoksa kurban mı olacaktır… Biz filmde bu soruların cevabını arayıp taa yıllar yıllar önce bulmuşken The Beatles müzik dünyasında daha da yükseliyor ve ekran yüzüyle de tartışılmazlar künyesine bir yenisini daha ekliyordu.
2 – PURPLE RAIN (1984)
– Yönetmen: Albert Magnoli – William Blinn
80’lerin “Altın Çocuğu” Prince’ın başrolde oynadığı Purple Rain, akıllara şarkısıyla kazınmış olsa da film olarak, gözden kaçırılmaması gereken bir dönem kültüdür. Özellikle 80’li yılları özleyenler ya da o dönemi merak edenler için önemli bir başvuru kaynağı potansiyeli taşımaktadır. Film makyajdan saça, giyim tarzından espri anlayışına kadar 80’leri layığıyla yansıtabilen filmler içinde özel bir yere sahiptir. Filmi özel kılan tek özelliği dönem filmi olması değildir elbette. Ayrıca Prince gibi müzikal bir dâhiyi olduğu gibi yansıtmayı başarmış, onun müzikal felsefesini hiçbir karede harcamayarak bir anlamda misyonunu da başarıyla yerine getirmiştir. Hatta filmde geçen sahne performanslarının canlı kaydedilmesi, Prince’in müziğine bir saygı duruşu olarak değerlendirilebilir.
3 – SATURDAY NIGHT FEVER (1977)
– Yönetmen: John Badham
Tony’nin hayatındaki en büyük zevki dans etmektir. Hatta bundan başka bir şeyi düşünmez bile. Her cumartesi gecesi takıldıkları diskoda dans eden Tony, bu hobisinin üzerine gider ve dans pistlerinin kralı olma hayalini gerçekleştirmek ister. Gittiği diskoda Stephanie adlı kızla tanıştıktan sonra ise hayatı değişmeye başlar. Kendisi gibi dansı bir tutku haline getirmiş olan Stephanie ile dans partneri olan Tony, şehirde düzenlenen büyük bir dans yarışmasına katılırlar ve hayalleri gerçek olmak üzeredir.
Dans sahneleri, The Bee Gees ağırlıklı soundtrackleri ve unutulmaz müzikleriyle klasik olan Cumartesi Gecesi Ateşi, Travolta’ya da En İyi Erkek Oyuncu dalında Oscar adaylığı getirmiştir.
4 – EASY RIDER (1969)
– Yönetmen: Dennis Hopper
Jimy Hendrix tarafından filme bahşedilen bir güzellik. Dünyanın en iyi gitaristi olarak gösterilen Hendrix dokunuşlarıyla da filme bambaşka bir ruh katmış. Filmde, kötü yollardan kazandıkları parayı harcamak amacıyla motosikletleri ile Amerika’da gezinen iki hippinin, Wyatt (Peter Fonda) ve Billy’nin (Dennis Hopper) öyküsü anlatılmaktadır. Los Angeles’tan doğuya doğru yaptıkları bu özgürlük arayışı, alternatif bir yol filmi olmakla birlikte iki kahramanların Amerikan rüyasına ulaşma yolunda bilinmezlerle dolu destansı yolculuklarını anlatıyor. Film, paranoyanın, bağnazlığın ve şiddetin hüküm sürdüğü Amerika’da idealist 60’ların çöküşüne tanıklık ediyor. Filmde özgürlükler ülkesi olarak sunulan Amerika’nın aslında kendi içerisinde farklılıklara ve bireysel özgürlüğe karşı ne kadar hoşgörüsüz bir tutum takındığından bahsedilmektedir. Zamane kuşağın bu mantaliteyi değiştirmeye çalışması ve kendi bakış açısını ortaya çıkarma çabası filmin ana temasını oluşturur. Film dönemin en eleştirel yapımlarından biridir.
5 – THE BLUES BROTHERS (1980)
– Yönetmen: John Landis
Jake Blues, hapisten çıktıktan sonra kardeşi Elwood ‘la birlikte rahibeler tarafından bakıldıkları eski evlerine giderler. Kilisenin desteğini çekmek üzere olduğunu ve bu yeri eğitim için satacaklarını öğrenen kardeşler, tek kurtuluşun 11 gün içinde 5000 dolarlık bir ödeme yapmak olduğunu öğrenirler. Cazcı kardeşler, evi kurtarmak için yardımcı olmak isterler ve bir caz albümü sayesinde gerekli parayı kazanmaya çalışırlar ama karşılarına beklemedikleri engeller çıkar…
1974’ten bu yana müzik yapan grup Blues Brothers, kendi grup isimlerini koyup başrolünde oynadıkları ilki 1980 ikincisi 1998’de çekilen bu filmlerde sempatiyi ve dikkatleri daha da üzerlerine çekmeyi başarmışlardır.
6 – GREASE (1978)
– Yönetmen: Randel Kleiser
Konservatuvar yıllarımda belki de oynamaktan en çok keyif aldığım müzikallerin başında The Grease müzikali geliyor. O dönemin yapıldığı Türk filmlerinden de duymaya aşina olduğumuz “ kes oradan bir Travolta saçı” repliği işte tam da bu filmden dolayı hafızalarımıza kazınmış. Müzikal ve romantik komedi tadındaki film, zamanın en çok sevilen filmlerinden biriydi. Aslında bir Broadway Müzikali olan ve çok beğenildiği için filmi çekilen Grease özellikle rengarenk, cıvıl cıvıl bir film olmasıyla size keyifli bir zaman geçirtebilir. Eğer bir Rock’n roll ve Oldies tutkunuysanız işte bu film tam size göre…
7 – AMELIE (2001)
– Yönetmen: Jean -Pierre Jeunet
Ünlü Fransız yönetmen Jean-Pierre Jeunet’nin beş dalda Oscar’a aday gösterilen filmi son on yılın en ses getiren yapımları arasında. Bu Fransız komedisi bizi genç ve özel bir kadınla tanışmaya davet ediyor. Her daim hayat dolu, yaşama sevgi dolu gözlerle tanıklık eden ve sahip olduğu özel ışıltıyı her anında yanında taşıyan Amelie’nin hikayesine… Anne ve babasını kaybetmiş olan Amelie, kendini başkalarının hayatlarını tamir etmeye, onları mutlu kılmaya adamıştır. Bu adanmışlığı fark ettirmeden, bu durumdan bihaber olan insanların hayatlarını kolaylaştırmaya yönelik yapmaktadır. Peki başkalarının mutluluğu için çabalayan Amelie, yalnızlığının farkına vardığı an kendi mutluluğu için de çabalamaya başlayacak mıdır?
Ya parçalar! Tamamı Yann Tiersen imzalı. İlk saniyesinden itibaren muazzam bir duygu ortamı yaratıp sizi bulunduğunuz yerden alıyor ve bir masalın içine ya da bir film karesine koyuveriyor. Sonrasında o muhteşem piyano ve akordeon uyumu… Ardından mızıkalar eşlik ediyor. Huzur doluyor her bir hücremiz ve alıp götürüveriyor tüm şarkılar…
8 – TITANIC (1997)
– Yönetmen: James Cameron
James Cameron’ın yönetmenliğini ve senaristliğini üstlendiği 1997 yılında piyasaya çıkan Amerikan yapımı, epik-romantik türü olarak nitelendirilen Meşhur Titanic Filmi… 10 Nisan 1912’de Titanic iki saat kırk dakika süren ve sulara gömülmesiyle son bulan, hazin olayların başlamasına neden olacak buz dağına çarpacaktır. Cameron’un, seyirciye bir zaman makinesiyle yolculuk ettiği hissini uyandırırcasına gerçeğe yakın filmi Titanic tam 14 dalda Oscar adayı olarak en İyi film dahil 11 ödülü kazanmıştı. Efsanevi film 15 yıl sonra 3D teknolojisi ile 2012 yılında yeniden sinemalara dönmüştü. Müzikleriyle de en İyi Soundtrack dalında Amerikan Müzik Ödülüne layık görülmüş olan filmde James Horner ‘ın özellikle finale damga vuran şarkısı My Heart Will Go On ve Celline Dion yorumu ise hala kulaklarımızdadır…
9 – KILL BILL (2003)
– Yönetmen: Quentin Tarantino
Aykırı yönetmen Quentin Tarantino’nun Rezervuar Köpekleri ile başlayan başarılı kariyerinin en önemli yapıtlarından biri olan film, uzak doğu dövüş filmlerinden beslendiği estetik harikası bir yapım. Müzikleri bir filmi ancak bu kadar yükseltebilir ve bu kadar uyum sağlar dediğim filmlerin başında geliyor. Filmin can alıcı sahnesindeki ıslık ezgisi ve Nancy Sinatra’nın o eşsiz sesiyle Bang Bang’i kulağımıza fısıldaması kimsenin unutabileceği cinsten değil. İçinizden eminim söylemeye başladınız bile. Filmde görsellikler ve müzik uyumu tam anlamıyla muhteşem. Hatta öyle ki her şarkıyı ezgisi ile hatırlıyorsunuz. Bu yüzdendir ki çok çok başarılı olmuş bir filmdir Kill Bill.
10 – THE GODFATHER (1972) – NINA ROTA
– Yönetmen: Francis Ford Coppola
Kitaptan uyarlama muhteşem bir film. Bilmeyenimiz hemen hemen yoktur gibi. Piyano çalmaya başladığım yıllarda repertuvarıma da aldığım ilk parçalardan biridir. Nina Rota muhteşem bir iş çıkarmış. Müzikler bazen gergin gibi gelse de kulağa aslında tam anlamıyla sakinleştirici bir etki yaratıyor. Filmi de şarkıları da asla eskimeyecek cinsten…
İşte birbirinden güzel tam on film ve ruhunu filme adamış onlarca şarkı. Hepsinin yeri ayrı ve tamamı birbirinden farklı… Dahası mı? 2. Bölümü bekleyin… Kutunuz hep güzel çalsın.
Rahmi Mert Özcan – Bir Dünya Müzik 2017 Ekim Sayısı Yazısı