30 Aralık 2019 herhangy

Bir Dünya Müzik – 2019 Kasım

Rahmi Mert Özcan ‘Bir Dünya Müzik’ dergisindeki Kasım ayı yazısında Atatürk’ün sevdiği şarkılara dair anıları kaleme aldı!

ATATÜRK VE SEVDİĞİ ŞARKILARA DAİR ANILARI


“Bir millet sanattan ve sanatkardan mahrumsa tam bir hayata malik olamaz” ve “Bir millet sanata ehemmiyet vermedikçe büyük bir felakete mahkumdur” sözleri Atatürk’ün çağdaş uygarlıkta sanatı olmazsa olmaz koşul gördüğünün açık ifadesidir.” (M. Kemal ATATÜRK)

Mustafa Kemal musikiye, sanatın her çeşidine ilgi gösteren bir devlet büyüğüydü. Toplumlardaki değişiklik ve yeniliklerin, kendini önce müzikte gösterdiği fikrine inan ve bunu fark eden Atatürk, müziğe gereken önemi vermiş ve bu alanda büyük atılımlar gerçekleştirmiştir. Müziğin kendisine özgü geleneksel yapısı içinde, üslup ve biçim özelliği değiştirilmeden geliştirilmesi ve çağdaş bir yapıya kavuşturulması önem verdiği en önemli detaylardan biriydi. Müzik eğitimi almamasına rağmen Atatürk’ü tanıyanlar ve O’nun müzikle ilgisine şahit olanlar Atatürk’ün Klasik Türk Müziği makamlarını bildiğini, bazı şarkı ve türküleri başarılı şekilde söylediğini aktarmışlardır. Daha Harp Akademisi’ndeyken kendi sınıfı ve üst sınıftan arkadaşları, emekli tanıdıkları uygun zamanlarda toplanıp kendi içlerinde kanun, ney, ut çalıp eğlenirlermiş. Atatürk ise bu amatör fasıl takımının içinde okurmuş sevdiği şarkıları. Geçmişten bu yana kendisinde çok fazla şarkı ve bu şarkılara dair anı biriktiren Ulu Önder’in pek çok sanatçıyla da hatırlanacak kadar güzel anıları olmuş. Neler mi? Haydi gelin şimdi o musiki tınılarının içine sıkışmış o güzel anlara doğru ilerleyelim ve Mustafa Kemal Atatürk’ün anılarının içinden geçelim.

 

NUSRET YILMAZ –  SARI KURDELEM SARI (Malatyalı Fahri Kayahan)

Çalgılı müzik aleti olan Cümbüşün mucidi de derler. Patentini de kendisi almıştır Malatyalı Fahri. Sene 1937. Atatürk Dolmabahçe Sarayı’nın denize bakan balkonunda sabah kahvesini içiyor. Hava ılık,deniz buruşuksuz. Bu bahar sabahında boşluktaymış gibi hafif ve ferah hissediyor insan kendini. Yağız bir kayıkçı, kürekleri aheste aheste çekerek sarayın önünden geliyor. Bu bahar havası, içindeki aşk ve hasret hislerini kımıldatmış yanık yanık, hazin hazin bir şarkı okuyor;

“Sarı kurdelem sarı
Dağlara saldım yâri
Dağlar kurbanın olam
Tez gönder nazlı yâri
Yandım hey vallah yandım esmerim
Ben esmeri badem ile fıstık ile beslerim”

Kayıkçının gür sesi sarayın pencerelerine doğru perde perde, dalga dalga yayılıyor ve Atatürk bu melankolik melodinin tesirinden dakikalarca kurtulamıyor. O gece Safiye Ayla’ya; Bu sabah diyor, balkonda kahve içerken bir sandalcının ‘Sarı kurdelem’ diye tutturduğu şarkıyı dinledim, melodi çok hoşuma gitti… Ve bu şarkıyı o gece üç defa tekrar ettikten sonra Selahaddin Pınar’a soruyor;

– Bu şarkının bestekârı kimdir?
– Fahri adında bir genç paşam.

 

MÜZEYYEN SENAR – CANA RAKİBİ HANDAN EDERSİN

Müzeyyen Senar anlatıyor:

“1938’in Haziran ayının son günlerinde bir gün… “Savarona yatından çağrıldık. Hemen yola çıkmamız lazım” dedi. Atatürk’ün rahatsız olduğu söyleniyordu. Savarona yatı yeni alınmıştı. Doğrusu hem Ata’yı ve hem de çok methedilen yatı merak ediyordum. Bu sefer üzerime, yaz olmasına rağmen lacivert bir elbise giydim. Nubar Bey’le yola çıktık; öğle saatinde Kanlıca Koyu’ndaki yata vardık. Atatürk, doktoru ile masada idi. Faruk Kaptan da vardı. Yedi sekiz ay önce gördüğüm Atatürk süzülmüştü. Masaya oturmamızı işaret etti. “Yemek yediniz mi?” diye sordu. Çok heyecanlanmıştım. Saat 13.00’te şarkı söylemeye başladım, iki saat sürdü. Defterim önünde idi. O istediği şarkıları söylüyor, biz okuyorduk. O gün benden bu şarkıyı istemişti… ”

 

ZEKİ MÜREN “BENİ DE ALIN NE OLUR KOYNUNUZA HATIRALAR”

Bir gün Bursa’ya Atatürk, Müzeyyen Senar ile birlikte gidiyor ve orada bir açılışa katılıyorlar. Sonrasında akşamına düzenlenen bir davette bir anda Hisarbuselik Makamı’ndan bu şarkıyı okumaya başlıyor.

“Beni de alın ne olur koynunuza hatıralar.
Dolanıp kalayım bir an boynunuza hatıralar “ (Bizzat Atatürk kendisi okuyor)

Şarkı bitince eliyle Müzeyyen Senar’a bir işaret… Anlıyor hemen… Şarkıyı bir daha söylüyor. Bitince tekrar işaret ediyor. Üçüncü defa okumaya başlayınca bayağı yüksek sesle ona yine refakat etmeye başlıyor. Rumeli türküleri ile de gece sona eriyor.

 

 

PAVAROTTİ – E LUCEVAN LE STELLE

Mustafa Kemal, Bulgaristan’da devamlı olarak operaya giderdi. Atatürk’ün en çok sevdiği operaların başında “Tosca“ gelirdi. Evet, Mustafa Kemal için Tosca oldukça önemlidir, operanın içinde geçen bu aryayı da ezbere bilmesi de ne kadar değer verdiğini göstermektedir.

9 Kasım 1963 Cumartesi gecesi Ankara Radyosu’nda Nevin Uluçam, Devlet Konservatuvarı Öğretmenlerinden Prof. Necdet Remzi Atak’la (1911-1972) bir söyleşi yapmış. Hocanın anlattıklarını o tarihi yayından sizlere naklediyorum.

“1934 – 1935 yıllarıydı… Yeni Köşk’te Atatürk’ün çok içli bir akşamıydı. Bize Tosca Operasını Avrupa’da hangi koşullar altında dinlediğinden, o zamanki dünya durumundan, kuşkularından, zevklerinden uzun uzun bahsetti. Bir şeye içleniyordu. Çok içleniyordu… Tosca Operası’ndan CAVARADOSSİ ünlü aryasını birçok kez benden istemiş olduğu için hazırlıklıydım. Hatta bir yanlış yapmayayım diye aryanın notalarını bile yazmıştım ve cebimde bulunduruyordum. O gece de biliyordum ki sıra tekrar Tosca’ya gelecek. Adeta bekliyordum. Nihayet bana döndü, ‘Çal bakalım şu Tosca’yı’ dedi. Ben notayı çıkarttım, ‘Hayır hayır, öyle değil notayı bırak, notasız çal’ dedi. Notayı bıraktım, gözlerimi kapadım, konsantre oldum, başladım çalmaya. Bir iki nota çalmıştım ki, ‘Hayır hayır, olmadı bana dön bana çal, benim gözlerime bak öyle çal’ dedi. Kendisine döndüm. Masada oturuyordu. Ona dönerek çalmaya başladım. ‘Gene olmadı, bana daha yaklaş’ dedi. Yaklaştım, çok yaklaştım. Belliydi ki çok uzak bir anısının içine gömülmek istiyor ve içinden çok eski zamanlara ait bir şeyler taşıyor, fışkırıyor, fışkırıyordu… En sonunda, ‘Kemanın sapını omzuma dayayacaksın ve öyle çalacaksın’ dedi. Bir an için gözünüzün önüne getirin; tarihimizde yaşamış, yaşayacak en büyük Türk, bir sanatçıya ‘Kemanının sapını omzuna daya ve o vaziyette en sevdiğim melodiyi çal’ diyor. Ben Çavadarossi’nin aryasını çalmaya başladım. Atatürk, gözleri kapalı, biraz madeni ahenkli, biraz kısık, çok tatlı, çok manalı sesiyle melodiyi söylerken gözlerinden sicim gibi yaşlar akıyordu. Aryayı belki on beş kez tekrarladım.”

 

SAFİYE AYLA – GEL GİTME KADIN

Atatürk’le ilgili bir anı da Selahattin Pınar’dan olsun…

“Bir gün Kılıç Ali Paşa, Selahattin Pınar’ı Atatürk’ün isteği üzerine köşke davet ediyor. Gittiğinde malum çok güzel bir sofra hazırlanmış…  Her zamanki gibi gayet güzel sohbetler ve sonra Atatürk çok sevdiği için ondan;

“Anladım, sevmeyeceksin beni sen nazlı çiçek “ şarkısını söylemesini istiyor.

Hemen söylüyor tabi… Arkasından da “ Gel, gitme kadın “ şarkısını istiyor ve o şarkıya başlamadan, ‘ bu kadın lafı beni rahatsız ediyor, biraz kaba olmuş, bu başka bir şekilde ifade edilemez miydi diye soruyor…  Selahattin Pınar da güftenin bu şekilde olması gerektiğini uygun bir şekilde savunuyor. Peki, kabul diyor ATA. Şarkılarının devamında, bir eseri okurken en son mısra olan; “Karşında esirim, bana düşman gibi bakma” diye söylerken birden gözlerinin yaşlandığını görüyor ve ATATÜRK anında masadan kalkıp gidiyor. Ne olduğumuzu anlayamıyorlar, sofrada oturan herkes şaşkın…

Müziği bitiyor, yemeğe sohbete hafif hafif devam edilirken bir süre sonra Atatürk masaya geri dönüyor, eliyle yanağını okşuyor ve ‘ Selahattin Bey, sizin ve sofranın biraz zevkini kaçırdım, kusura bakmayın’ deyip ATA yerine oturuyor. Biraz daha sohbetten sonra yemek bitiminde yerinden kalkıyor, yine eli omzumda onu kapıya kadar götürüyor ve iyi geceler dileyerek yolluyor. O geceyi, Atatürk’ün o hüzünlü halini, ona o gözyaşını döktüren ruh halinin nedenini hala merak ederim demiş Selahattin Pınar zira çok üzülmüş. Sonraki davetlerinde de böyle bir olay hiç olmamış şarkılarını hep keyifle dinlemiş.

 

MÜZEYYEN SENAR – MANİ OLUYOR

Bir akşam Ankara’da bir lokantaya giden Atatürk, Milli Romen giysileriyle Batı müziği çalan Romen sanatçılarla oturup önce iltifatlarda bulundu ve sonra sahnelerine eşlik etti. Sofraya oturduktan bir süre sonra sanatçılara eliyle durmaları için işaret etti ve onlara “Ben şimdi size Türkçe bir şarkı söyleyeceğim. Çok dikkatle sesimin tonuna ve ağzımdan çıkan sözlerin tarzına göre notaya alıp, bakalım bana enstrümanlarınızla eşlik edebilecek misiniz” dedi. Müzik şefi ayağa kalkarak “Derhal yaparız” dedi. Hemen tedarik edilen kağıt ve kalemi eline alarak Ata’nın emrine hazır olduğunu söylediler…

Atatürk gayet güzel ve usulüne uygun söylerdi. “Mani oluyor halimi takrire hicabım” şarkısını tane tane, ağır ağır, falsosuz, adeta önünde notası varmış gibi okudu. Romen şef de Ata’yı çok dikkatle dinleyerek sözleri elindeki kağıda nota halinde geçiriyordu. Bitirdikten sonra şef, “Herhangi bir yanlışlık olmaması için bir kere daha okuyabilir misiniz ?” deyince Atatürk çok memnun oldu ve “Aferin, işini iyi yapan bir kişisin; tabi, bir değil beş kere okurum” diyerek, şarkıyı tekrar yine ağır ve tane tane okuyarak bitirdi ve sordu: “Şimdi hazır mısınız? “Şef Başıyla onay verdi ve gururlu bir şekilde arkadaşlarıyla birkaç kere deneme yaptıktan sonra bu güzel şarkıyı bir kerede çaldılar. Şarkı söylerken Atatürk’ün tam karşısında ayakta durmakta olanlar, gözlerinin nemlendiğini ve duygulandığını fark ettiler.

 

SEMRA ERSOYLU – FİRKATİN ALDI BÜTÜN NEŞVE-İ TAB’IM BU GECE

Müzeyyen Senar bir gün radyodan dönmüş ve ev işlerine dalmıştır. Tam o sırada kapı çalınır. Gelen Selahattin Pınar’dır. Aralarında şöyle bir konuşma geçer:

– Hayrola Selahattin Bey, hayırlı bir haberin mi var?
– Hazırlan, Bursa’ya Atatürk’e gidiyoruz.
– Atatürk Bursa’da mı?
– Evet birkaç günlüğüne gitmişler. Seni de emretmişler. Çelik Palas’ta bekliyorlar. Hep beraber gideceğiz.

“Yine tatlı bir heyecanla sarsıldım. Hemen aklıma bir önceki davet geldi. Neler yapsam, neler etsem diye düşünmeye başladım. Önce Taksim’de berber Vili’ye koştum. Biraz uzamış olan saçlarımı günün modasına uygun kestirip maşa ile ondüle yaptırdım. Bir yandan sevinçten uçuyordum. Kolay mı, aşağı yukarı bir yıl içinde Büyük Ata’nın huzuruna ikinci defa çıkacaktım. Henüz 19 yaşındaydım ve demek ki beğenilmiştim. O akşam durumu Ali Bey’e ve anneme anlattım. Ali Bey şaşırdı, “Hayırdır inşallah! Gelebilmem zordur. Lütfen valide hanımla gidin” dedi.

Ertesi sabah annem ve saz arkadaşlarımla vapura bindik. Vapurda kuytu bir köşeye çekilip, “bu defa daha hazırlıklı gidelim, mahcup olmayalım”, diye düşündük ve saz arkadaşlarımla birlikte beraber güzel bir program yaptık. Yanıma iki elbise almıştım. Biri balo için eteği fırfırlı ve yakası payetli siyahtı. Diğeri daha sade, yine bordo renkli, uzun etekli bir elbiseydi. Bursa’ya varmıştık. Çelik Palas’a gittik. Odalarımızı gösterip iki üç gün misafir edileceğimizi söylediler.

Akşam olunca hazırlandım. Bordo renkli elbisemi giydim. Berber saçlarımı Atatürk’ün istediği gibi taradı. Kapı çalındı ve gelen görevli, Yaver Bey’in bizi alt salonda beklediğini söyledi. Yaver Bey bizi aldı, yemek salonuna götürdü. Saz kapının yanında oturuyordu. Ben sazın yanına gitmek istediğimde Yaver Bey, “Müzeyyen Hanım lütfen beni takip ediniz” dedi ve beni alıp U şeklinde düzenlenmiş masaya götürüp Celal Bayar’ın yanında yer gösterdi. Celal Amcam, beni tebessüm ederek sevgi ile karşıladı ve hatta cesaret vermek ister gibi hafifçe omzuma dokundu. Sağ yanımdaki sandalye boştu. Bir süre sonra etrafta bir kıpırdanma oldu. Atatürk geliyordu. Herkes ayağa kalktı ve onu saygı ile selamladı. O eliyle işaret ederek herkesi oturttu ve masaya doğru gelip yanımdaki boş sandalyeye oturdu. Yine çok heyecanlanmıştım. Acaba saçlarımı ve kıyafetimi beğenecek miydi? Şöyle bir dönüp bana baktı. O an, yüreğim ağzıma geldi. Yüzündeki memnuniyet ifadesinden beğendiğini anlayınca üzerimden sanki büyük bir yük kalktı. “Nasılsın kızım?” diye sorunca “Teşekkür ederim efendim” dedim. Defterimi tekrar aldı. Sayfalarını çevirirken tekrar bana döndü “Güzel okuyorsun. Onun için bu gece seni doya doya dinleyeceğim” dedi. Atatürk Dolmabahçe’deki konser sırasında alıp baktığı defterimde bazı şarkılara işaret koymuştu. Bunları da dikkate alarak vapurda hazırladığımız programı uygulamaya başladık: Saz, peşrevi bitirince ve ben Bimen Şen’in (1873-1943) (ağır aksak) ‘Firkâtin aldı bütün neşve-i tâbım bu gece’ hicaz şarkısı ile başladım. Hicaz türküler okudum…

Pek çok kıymetli anı ve Ata’ya dair duygular… 10 Kasım Ata’nın öldüğü gün değil, yeniden kalbimizde doğduğu gündür.

 


Rahmi Mert Özcan – Bir Dünya Müzik 2019 Kasım Sayısı Yazısı



, , ,