Rahmi Mert Özcan ‘Bir Dünya Müzik’ dergisindeki Eylül & Ekim ayı yazısında müzisyenlerin aklımızda neler canlandırdığını ele aldı!
MÜZİK KUTUSU’NDAN GEÇMİŞ BİR DÜNYA ANEKDOT – BÖLÜM 1
Müzik uçsuz bucaksız kocaman bir sonsuz… İçinde kaybolma garantili. Yüzyılları takip edip her dönemden, her yöreden bir şeyler keşfetmek mümkün. Bir insan düşünün ki önüne sunulmuş bir dolu alternatif var. Bir o kadar da duygulara tercüman olmuş ve olmaya devam eden sanatçılar ve müzisyenler topluluğu var. Bunların içinden herhangi birisinin tadını alıp onu keşfetmeye doğru yürüdüğünüzde önünüze açılacak yeni kapılara da hazır olmanız gerektiğinin heyecanını yaşayacaksınız. İşte bu heyecanla Müzik Kutusu köşemde yaklaşık 4,5 yıldır sizlere ulaşmanın mutluluğunu yaşıyorum. Her sayımızda ve yazımda müziğin ve müzisyenlerin bana hissettirdiği tüm duyguları sizlere kendimce anekdotlarla, duygulardan gelen süslemeler ve ifadelerle aktarıyorum. Tabii ki her biri ayrı özel olan ve Müzik Kutusu köşemde şimdiye kadar çıkmış bu anekdotları veya detayları sizler için tek bir yazıda derlemeye çalıştım. Müzisyenlerin bana söylettikleri, onlarla müziği nasıl yaşadığım ve onları yazmanın heyecanını tek bir çatı altında toplayarak müziğe ve duygulara dair yolculuğumuz başlasın.
1-) B.B King ve Blues’a dair…
“Tek bildiğim şimdi özgür olmam.
Tek yapabildiğimse iyi olduğumu dilemek…”
( B.B. King / The Thrill Is Gone )
B.B. King’in bu dizeleri Blues hissiyatını anlatan kısa bir özet gibi. Umudu, hüznü, özgürlüğü ve acıyı tek bir nakaratta yaşatıyor bize. Sadece dizeleriyle değil, ona hayat veren ve daha da içimize işleyen gitar sololarıyla Blues’a bambaşka bir anlam kazandırıyor. “King” lakabını alan üç büyük Blues sanatçısından biri olmasına bu yüzden şaşmamalı. Blues kültür ve köken olarak o kadar farklı labirentlerden geçiyor ki, o yüzden hangi parçayı kimden dinlerseniz o kişi de farklılaşıyor. Blues hakkında son 130 yılda Amerikan toplumunun geliştirdiği müzik türü diyenler ile 400 yıllık geçmişi olan ve temeli Afrika’ya dayanan bir müzik türüdür diyenler arasında geçen tartışma günümüzde hala devam ediyor. Bir kesim otorite ise Johann Sebastian Bach’ın prelüdlerini örnekleyip Blues’daki doğaçlama kültürüne dayandırdığından tarza öncülük etmiş ilk müzisyeni o olarak görüyor. Bu kadar kültürlenme içinde özellikle son 100 yılda tüm dünyaya yayılmış yeni bir tarz ortaya çıkıyor ve zamanla pek çok tarz arasına da kendisini karıştırmayı başarıyor. B.B. King bu karışımın içinde insanların en çok içine işleyen veya pek çok müzisyeni bu Blues dünyasında kendisine esinlendiren bir idol, bir model olmayı tüm müzik kariyeri boyunca başarıyor.
2 – The Rolling Stones’a dair…
“Ruhumuzda aşk ve cebimizde para olmadan iyi olduğumuzu söyleyemezsin.” ( 1973 Angie )
The Rolling Stones felsefesi diye bir şey varsa bu kesinlikle zahmet ve romantizmin içinden geçmeli. Hemen hemen her şarkısında hissetmeye alışık olduğumuz doğallık duygusundan ayrılmayan, hayalperest gözükse de bence fazlasıyla gerçekçi, hatalarını seven, kendileriyle yüzleşen, The Beatles’ın sempatik imajının aksine daha çirkin ve asık suratlı bir ifadeyle herkesi içine çekmeyi başaran 1962 yılında iyi ki doğmuş dediğimiz bir gruptur The Rolling Stones. Ruhlarında müziği aşkla hisseden, imkansızlıklarla olgunluğu kavurmuş, asla denemekten vazgeçmeyen ve hala bizi selamlayan bir efsane.
3 – Hotel California şarkısına dair…
“Ne kadar güzel bir sürpriz,
Getirir bahanelerinizi.
Hepimiz burada kendi tutkularımızın, dürtülerimizin eseriyiz.”
Tema olarak bir dönemin California kültürüne ve hızlı yaşam tarzına değinen, müzik otoritelerinin ve hayranlarının, hatta sıradan dinleyicilerin bile kendilerine göre pek çok anlam çıkardığı bu ölümsüz eser için yapılmış en güzel yorumlardan birisi de mutlu olmak için sürekli olarak bedensel haz peşinde koşmanın felsefesi olan Hedonizm’in (hazcılık) bir yansıması şeklinde yorumlanmasıdır. Eagles grubu da verdikleri pek çok röportajda o sanat – ticaret dengesini belki de bozmamak adına şarkının hikayesine çok fazla girmemiş ama alt metninde şöhretler dünyasının acımasız gerçekleri üzerine gittiklerini pek çok kez vurgulamışlardır. Çünkü özellikle 60’ların ortalarından itibaren grupların popülarite sevdasıyla kurmuş oldukları pek çok hayal, kırıklıklar ile sona ermiştir.
4 – Cat Stevens’a dair…
“Son zamanlarda gülümsüyorum.
Ve Dünyayı ‘bir’ olmuş halde hayal ediyorum.”
(Peace Train)
Müzisyenlik zor ve içi dolu kocaman bir kavram. Önce müziğin ruhunu hissedip kendinle karıştırman gerekir. Ardından bakacaksın ruhunun ne kadarını koyabilmişsin ortaya ve senden neler yaratmışsın. Sonrasında da eleştirebileceksin sen dâhil her şeyi. Duyarlı olacaksın… En önemlisi de “sen” olacaksın. İşte bu özelliklere sahip ve kendisi olmayı başarabilmiş önemli müzisyenlerden birisi de kesinlikle Cat Stevens’tır…
5 – The Sound of Silence şarkısına dair…
“Merhaba karanlık, eski dostum.
Buraya tekrar seninle konuşmak için geldim.
Çünkü bir görüntü var ve o yavaşça emekliyor.
Sessizliğin sesi içinde.”
Şöyle bir düşündüğümde üst üste elli sefer dinlediğim şarkılar olmuştur. Abartısı yok. Hatta biraz eksiği de olmuş olabilir. Kişi için o anda ne kadar özel, ne kadar unutulmaz olur o şarkılar. Önce alır sizi götürür, hemen ardından uzunca bir düşündürür. Tam da şarkının etkisine girdik derken bir anda da bitiverir. İşte bittiği yerden yeni bir yolculuk yeniden başlar. Sardık mı başa? Etki, duygu ve düşünceler yönünde devam eder. Kendine sorarsın, hayata sorarsın, herhangi birine sorarsın veya sadece susarsın. Anlamaya, anlatmaya, anlamlandırmaya başlarsın ya da hiçbir şey yapmazsın ama işin en özü şudur ki 32, 33, 34 olmuşken bir anda kaybolursun sessizliğin sesi içinde. Bu dizeleri yazan ve besteleyen, beni bu duygulara ulaştıran, hala dinlememiş olan varsa da duygunun bir noktasında kendisinde eksikliğini muhakkak hissedeceğini düşündüğüm bir müzisyenden Paul Frederic Simon’dan ve bu efsanevi parçası olan The Sound of Silence’ den bahsediyorum.
6 – The Bee Gees grubuna dair…
Şarkılarında klasik sözleri fazlasıyla derinleştiren ve hazmetmek için daha çok dinlemeye ihtiyaç duyduğumuz Bee Gees eserleri bizim kendimizi anlamamız için yapılan küçük, minik, tatlı yolculuklara benziyor. Genellikle saf ve naif bakış açısıyla hayatı gözüne kestiren, keskin dönüşleri olmadan sözcükleri duygularla eriten, notaların ezgisel ve melodik tutumuyla da gönülleri fetheden bir gruptur Bee Gees. 90’larda düşüşe geçmesi, 2003 yılında Maurice ve 2012’de Robin’in vefatı grubun uzun vadede devamlılığını sağlayamasa da müzikal algılarımızı dünden bugüne değiştirmeye yetmiştir. Bu algı doğrultusunda Bee Gees plaklarının arkasında yazan o vurucu sözü de hemen hatırlatalım:
“Bu plak 33’lük olup lütfen plaklarınızın devir ayarları ile oynamayınız.”
Rahmi Mert Özcan – Bir Dünya Müzik 2020 Eylül & Ekim Sayısı Yazısı