Rahmi Mert Özcan ‘Bir Dünya Müzik’ dergisindeki Ağustos ve Eylül ayı ortak yazısında XVIII. yüzyılın Türk müziği ve bestecilerini anlattı. 18. yüzyılda birçok yetenekli müzisyenin Türk müziğini daha da ileriye taşıdığını ifade etti!
XVIII. YÜZYIL TÜRK MÜZİĞİ VE BESTECİLERİ
Türk Müziği XVIII. yüzyılda oldukça ilerlerken Batı sanat gelişiminin etkileri de yine en çok bu dönemde görülmüştür. Medrese eğitimi gerilemiş, Itri’den güç alan müzik büyük hızla ilerlemeye devam etmiştir. Belki de bu dönemin en önemli vurgusu ‘Lale Devri’ olarak gösterilebilir. Sanata olduğu kadar müziğe de gerekli önemler verilen bu dönemde yapılan tüm sanat çalışmaları padişahlar tarafından desteklenmiştir. Enderun-ı Hümayun Okulu Müzik Bölümü etkinlikleri dans ve müzik çalışmaları doğrultusunda bütünleşmiş klasik müzik ve halk müziği daha iç içe ve daha yakın hale gelmiştir. Ancak XVIII. yüzyılın ikinci yarısına doğru bu bütünlük ve yakınlık III. Selim’in ekol yaratması süreciyle tamamen kopup ayrılmış buna rağmen bazı halk müziği çalışmaları ancak klasik kurallar doğrultusunda devam edebilmiştir. Aslına bakarsak III. Selim ile Klasik Türk Müziği’nin yeni bir arayışın içine girdiğini net olarak görebiliyoruz. Buna en güzel örnek çalışmaların notasyon arayışı ve ihtiyacı doğrultusunda kendini göstermesidir. Bu doğrultuda hızlanan çalışmalar sonucu eski “ebced” notası yerine batının kullandığı “hamparsum” nota sistemine geçilmiş ve bu geçiş sayesinde de pek çok eserin somut çalışmaları yapılabilmiştir. Bunun yanında III. Selim birçok makam çalışmaları yapmış sonucunda ise sözlü ve sözsüz çalgı müzikleri bestelemiştir. Dönemin sonuna doğu geldiğimizdeyse Yenikapı Mevlevi-hanesi müzik çalışmalarında etkinliğini arttırmış, bir konservatuvar ve akademi görünümünü alarak pek çok besteciye kendini gösterme şansı vermiş ve böylece fazlasıyla yeni eserler bestelenebilmiştir. Yine çok önemli besteciler bu dönemde Türk müziğini daha da yukarıya taşımışlardır. Şimdi onlarca yetenekli müzisyen içinden gelin birkaçını daha da yakından tanıyalım…
1 – YAHYA NAZIM ÇELEBİ
1647 İstanbul Gedikpaşa doğumlu Nazım gençlik çağlarını bedmestlikle geçirmiş fakat bir rüya hadisesi kendisini Kumkapı meyhanelerinden ve içkiden çok çabuk kurtarmıştı. Daha sonra kendisinin dediğine göre bütün şifa ve tesellisini yalnızca sanatta bulmuş ve ölünceye kadar da kendisini şiir ve musikiye vermişti. Nazım iyi eğitimli mükemmel bir musiki terbiye ve bilgisi almış bunun dışında ilmine, kemaline, sanatına hayran olduğu Edirne Mevlevi-hanesi şeyhi Neşati Dede ile çalışıp irfan yolunu seçerek kendisi de Mevlevi Muhipleri zümresine katılmıştır. Daha çocuk yaşlarda Enderun-ı Hümayun’a alınıp Arapça ve Farsçayı bütün özellik ve incelikleriyle öğrenmiş ve bu dillerde manzumeler yazmıştır. Nazım genç yaşta hanendeliği, bestekârlığı ve şairliği ile büyük şöhret sahibi olmuştu. Nazım, rehavi, pençgâh, nikriz, nişabur, mahür, neva, uşşak, bayati, acem, acem aşiran, kürdi, hicaz, şehnaz, arazbar, tahir, dügâh, saba, çargâh, hüseyni, horasan, buselik, gerdaniye, muhayyer, ırak, segâh, hüzzam, maye gibi bir kısmı zamanımızda da kullanılmayan makamlarda yüzlerce eser meydana getirmiştir. 500’den fazla eser bestelemiş olan Nazım’ın günümüze sadece 14 eseri gelebilmiştir. Bunların dışında güzel ve tiz bir sesi de olan Nazım, kasidelerinde de şairleri kıskandıracak maharetler göstermiştir. 79. yaşının sonuna doğru hayatını kaybeden Nazım musikideki kudret ve muvaffakiyetinden dolayı ömrünün sonuna kadar İstanbul’un meyva pazarbaşılığına getirilmiş ve bu vazifede kalmıştır.
2 – KANTEMİROĞLU
1673 doğumlu adının önünde ailesinden ve daha sonra bulunduğu makamlardan dolayı Boğdan Prensi Boğdan Voyvodası bulunan Demetrius Cantemir. Kendisi 14 yaşında İstanbul’a gelip dört yıl kadar kaldıktan sonra geri dönüp, sonra 20’li yaşlarında tekrardan geri dönerek Enderun’a alındı. Zaten iyi bir eğitim görmüş olan Kantemir Enderun’da da tambur çalmayı öğrendi. Kantemiroğlu muhtelif makam ve usullerle klasik ekolün bütün özelliklerini taşıyan, kurallara bağlı, sağlam yapılı ve güzel 36 eser bırakmıştır. Bu eserlerin formlara göre tasnifi ise 22 Peşrev, 11 Saz Semaisi, 1 Beste ve 2 Ağır Semai şeklindendir.
3 – ENFİ HASAN AĞA
İstanbul Kandilli’de 1670’li yılların başında doğduğu düşünülen ve bazı kaynaklarda da ismi Burnaz Hasan Çelebi olarak da geçen Enfi Hasan Ağa… Musikişinas bir ailenin çocuğu olan Hasan Ağa’nın ilk hocalığını da babası yapmıştır. Çok genç yaşta Enderun’a alınmış ve burada musiki sanatının inceliklerini öğrenerek aynı yere hoca olmuştur. Hasan Ağa Osmanlı İmparatorluğu tarihinde Lale Devri döneminin ihtişamlı günlerini yaşamış bu yenileşme ve gelişme yıllarının getirdiği zevk ve sanat anlayışı içinde de sanatını geliştirmiştir. Patrona Halil isyanının kanlı günlerini göremeden 1729 yılında yaşamını yitirmiştir. Üstün bir müzikaliteye sahip, tok sesli, üslup ve düzgün bir dille dinleyenleri kendisine hayran bırakan Hasan Ağa Tasavvuf ve Divan Edebiyatı’nı incelemiş, halk edebiyatı ve halk musikisi zevkine yakın eserler vermiş ve Tasavvufi şiirler yazmıştır. Şiirlerinde kullanmış olduğu dilin sadeliği de dikkat çekicidir.
“Allah aşkına Allah’ı seven,
Hem Habibini can ile seven,
Üveys’i seven bunları seven,
Ulu sultandır Veysel Garani.”
Ayrıca saz bestekârlığı açısından da başarılı bir sanatkârdır. Günümüze kadar gelebilen 25 eserinden 1 Durak, 1 Peşrev, 11 Beste, 2 Ağır Semai, 3 Yürük Semai en ünlü olanlarıdır.
4 – DİLHAYAT KALFA
Türk Sanat Musikisi Literatüründe Dilhayat Kalfa, kadın bestekârlarımız içinde belki ilk ve en büyük olanı. Ama ne yazık ki bu sanatkâr hakkında araştırmalar sonucunda yok denecek kadar az bilgimiz var. Bir kadın olması, yetişmiş olduğu çağ ve çağın toplumsal anlayışı göz önünde tutulursa hatta günümüzde bile ses sanatımızda müstesna bir yer alması, sanat açısından deha çizgisine yaklaşmasından ileri gelmektedir. Pek çok araştırmacının kanaati Sultan IV. Mehmet’in saltanatının son yıllarında doğduğu noktasında birleşiyor. 1740 yıllarına yakın bir tarihte de İstanbul’da öldüğü sanılıyor. Adından da anlaşıldığı gibi bestekârımız sarayda görev yaparak Kalfalık rütbesine ulaşmış bir kimsedir. Nasıl eğitim gördüğü, hocasının kimler olduğu bilinmiyor… XVII. Yüzyıldan beri Harem’de bir meşkhanenin bulunduğu, güvenilir hocaların da burada ders verdiği bilindiğine göre musiki terbiyesini bu yoldan kazandığı kesindir. Kulaktan kulağa gelen bir söylentiye göre de iyi tanbur çalan bir bestekârmış. Elimizde bulunan saz ve ses eserleri bu iddiaları doğrulayacak niteliktedir. Klasik repertuvarımızda bulunan 10-12 parça eseri klasik okulun en sağlam ve sanatlı örneklerindendir. Eski mecmualarında yüze yakın eserinin sözlerine rastlandığı halde ancak bu kadarı unutulmaktan kurtulabilmiştir.
5 – NAYİ OSMAN DEDE
Nayi (Neyzen) Osman Dede’nin doğum tarihi kesin olarak belli olmamakla birlikte bu tarihin 1642 -1647 yılları arasında olduğu ve İstanbul’un Vefa semtinde doğduğu tahmin ediliyor. Küçük yaştan itibaren güzel sanatların musiki, şiir ve hat sanatı ile ilgili çalışmalar yapan Nayi Dede zamanla bu uğraşın sonucunda Galata Mevlevihane’si şeyhi, XVII. yüzyılın yetiştirdiği değerli ilim ve sanat adamlarından Gavsi Dede’nin hizmetinde bir Mevlevi oluyor. Nayi Dede bu Mevlevihane’ye girdikten sonra şeyhinin dizinin dibinde yetişmeye devam eden ve gelişiminde bu kültür adamının büyük etkisini görmüş biri olarak çok çalışıyor ve Arapça ile Farsça öğrenip diğer taraftan ney üflemeye, tasavvufa çalışıyor ve güzel yazı yazmayı öğreniyordu. Sanatkâr kişiliğini zamanla daha da çok işleyip geliştiren, sazında erişilmez bir ustalığa ulaşan Nayi Dede, Galata Mevlevihane’sine baş neyzen oluyor ve yaklaşık 18 yıl bu görevi sürdürüyordu.
Gavsi Dede’nin ölümü üzerine Mevlevihane şeyhliğine de getirilen Nayi Dede 1729 yılında yaşamını yitiriyor. Yine bu yüzyılın tanınmış şairlerinden olan Seyyid Vehbi ölümü üzerine bakın Nayi Osman Dede’ye nasıl veda ediyor?
Şeyh-i Galata Nayi tügetdi demini
Etdi müteselli veled-i uşşaka
Vehbi dedi tarihin anın mülhim-i gayb
Osman Dede göçtü ola sırri baki…
Bir şair olarak o dönemin şiir anlayışı çerçevesinde çok güzel örnekler vermiştir Nayi Dede. Tasavvufi gazelleri, mesnevi şeklinde yazmış olduğu miraciyesi, âşıkane şiirleri ve Hz Muhammed’in mucizelerini anlatarak şiir şeklinde yazdığı nazireleri ile pek çok alanda herkesi kendine hayran bırakmıştır. Nayi Dede parantezimizi âşıkane şiirlerinden güzel bir gazel örneğiyle kapatalım.
Müptelası olduğum dilber bilir bilmezlenir,
Sergüzeşt-i mihri ol ezber bilir bilmezlenir.
Pay büsiyle şerefyab olduğumdan zevk eder,
Nükteler, şiveler eyler bilir bilmezlenir.
Kendi çok cevr ettiğinden gayrı ol Nihal-i Cefa,
Tan-ı ağyarı dahi ekser bilir bilmezlenir.
Anlamazsın nağme-i zevk-i meyi sen zahida,
Mest iken Nayi anı anlar bilir bilmezlenir.
6 – BUHURİ-ZADE MUSTAFA ITRİ EFENDİ
1630-1640’lı yıllar arasında İstanbul’un Mevlana Kapısı civarında bugün Yaylak denen semtte doğan Itri musiki sanatında deha mertebesindeki ustalığı ve Hat Sanatı’ndan Divan Şiiri’ine, Arapça ve Farsça’ya derin vukufundan dolayı da çok iyi bir öğrenim gördüğü anlaşılıyor. Klasik Türk Musıkisi Itri ile doruk noktasına ulaşmış, makamlarımızın yapısına ve seyir özelliklerine vukufu, ritim anlayışı, form bilgisi ve uygulamış olduğu modülasyon tekniği ile kendisinden sonra gelen hemen hemen bütün bestekârları etkilemiş, adeta klasik musikimizin kurallarını tarif etmiştir. Itri’den günümüze dini formlarda 10, saz eseri olarak 4, din dışı sözlü musiki alanında çeşitli İslam âlemine yayılmış formlarda 28 olmak üzere 42 eser gelmiştir. Itri’nin dini formdaki eserlerinin bazıları bütün İslam âlemine yayılmış, okunmakta olan şaheserlerdir. Bunların başında Segâh makamında Kurban Bayramı Tekbiri “ Allahu Ekber, Allahu Ekber, La ilâhe illallah” ve yine aynı makamda Salat-ı Ümmiye “Allahümme Salli ala seyyidina Muhammed… “ gelmektedir. Itri’nin din dışı eserleri arasındaki Neva makamındaki “Kar” bütün klasik repertuvarımızın belki de en büyük ve önemli eseridir. Segâh makamındaki güftesi Nefi’ye ait Yürük Semai formundaki eseri bugün de her programda her mecliste bilinen ve zevkle okunan bir eserdir.
Tuti-i mucize – güyem ne desem laf değil,
Çerh ile söyleşemem ayinesi saf değil,
Ehl-i dildir diyemem sinesi saf olmayana,
Ehl-i dil birbirini bilmemek insaf değil.
Türk müziğinin gelişmesindeki en önemli isimlerden olan bu altı bestekâr dışında da yine en az onlar kadar musikiye hizmet etmek için çaba ve uğraş vermiş isimler var. Şeyhülislam Esad Efendi, Tanburi Mustafa Çavuş, Ali Nutki Dede, Fiyakalı Seyyid Ahmet Ağa, Küçük Mehmet Ağa, Üsküdarlı Mehmet Efendi, Hafız Şeyda Dede, Edirne Hasköy’lü Kara İsmail Ağa, Tiznam Yusuf Çelebi, İsmail Ağa,Tab-ı Mustafa Efendi, Abdülhalim Ağa, Tiznam Yusuf Çelebi, Nevşehirli Damad İbrahim Paşa, Kalburcu-Zade Mehmed Efendi,Derviş Musa, Abdürrahim Bahir Efendi, Ahmet Vekfi Efendi ve Seyyid Mehmed Nuh. İlim ve sanat önderliğinde musikiyi yükseltmiş ve yüceltmiş bu değerli isimleri anıyor ve Dilhayat Kalfa’nın saba ve rast makamında yazmış olduğu iki bestenin güfteleriyle yazımı noktalıyorum…
Yek-be-yek gerçi meram-ı dili takrir ettim.
Nevhiramım sana meyleyledi can bir, dil iki…
Rahmi Mert Özcan – Bir Dünya Müzik 2017 Ağustos – Eylül Sayısı Yazısı